Önce annelerinin karnında uyudu bebekler; sonra doğum odalarında, beşiklerde, yetimhanelerde, toprağın üzerinde, mağaralarda, çadırlarda, siperlerde, kervansaraylarda, garnizonlarda, yatakhanelerde, barlarda, cezaevlerinde, otellerde, otobüslerde, uçaklarda, gemilerde, çatılarda, odalarda – ve derken uyudu yaşlılar, ta ki son uykuya kadar.
Uyku canlı yaşamının vazgeçilemez bir parçası, kendimizi bıraktığımız bir bilinmeyen, DNA’ya işlenmiş bir teslimiyet zorunluluğu. Gelişim ve verimlilik adına kontrol edilemeyen tek zaman aralığı olarak uyku, temel bir gereksinim olmasının dışında bir direniş ihtimalini de gündeme getirebilir mi?
Koyun Koyuna başlıklı grup sergisinde yer alan yapıtlar uyku temasıyla bağlantılı mahremiyet ve paylaşım, birey ve topluluk, kucaklanma ve kısıtlanma, direniş ve teslimiyet, ilerleme ve tekrar gibi kavramlar etrafında toplanıyor. Uykunun geçmişle ve bilinçdışıyla bağı, çağdaş sanat yapıtlarının yanı sıra daha erken tarihli temsiller ve arkeolojik nesneler yoluyla sergiye dahil ediliyor.